Gün
kızıllaşmıştı, adımlarını hızlandırdı otobüs beklemek yerine dolmuşla gidecekti
eve. Aşağı duraklardan binmek yerine üst duraklardan dolmuşa biner, henüz boş
iken yerinin güvenliğini sağlardı. Toplu taşımalar bazen gerçekten sinirlerini
zorlardı ama ona göre her şeyin bir yolu vardı, kolaylıklar insanı olmaya
bayılırdı. Dolmuşla ev arası 10 dakika, hele inince sokağın başında, köşeden
gözükürdü kırmızı boyalı evleri. Uzun ince bir sokak, penceresinden bakınca
gözüken çam ağaçlarını izlemeyi severdi, çocukluğundan beri. Sanki sokağın
huzuru tek yeşilliği olan o çam ağaçlarından gelirdi. Zaten ağaçları da çok
severdi. Çocukken tepesine çıkması kolay bir ağaç buluversin yeter
ki...
Bu çam ağaçları
oldum olası büyüktü, onların altından çam fıstığı toplamayı severdi en çok.
Babası göstermişti büyük çam ağaçlarının kozalağında çam fıstığı olduğunu,
birlikte kırıp yemişlerdi. Yıllar sonra bile kocaman kız haliyle sokağı kollar alelacele
toplar geçerdi çam fıstıklarını. Çocukluğundan beri babası o kadar çok üstüne
düşerdi ki, akşam oldu huzursuzluğu yirmi beşinci yaşında dahi rahat
bırakmıyordu onu. Ama düşününce babasının hassasiyeti hiç hüsnü kuruntu
değildi, neler geliyordu yaşadığı dünyada çocukların, genç kızların kadınların
başına. Onun güvenli alanı sokağının başında başlıyordu.
Yine bir akşam
vakti evinin yolunu aynı sokak başında tutmuşken evlerinin kapılarına çıkıyordu
insanlar, tanıdık/tanımadık yüzler. Bir şeyler olmuştu ama anlayamadı biraz
daha ilerleyip anlamaya çalıştı neler olup bittiğini. Çok geçmeden polisler de
gelmişti. Öğrenince olanı biteni kendine gelemedi zaten. Haberlerden hep
duyduğu ama hiç alışamadığı ve alışmayacağı bir şey olmuştu. Üstelik daha da
kötüsü “bir adam(!) karısını dövmüş” üstelik “karısı hamileymiş”, “afla çıkmış
hapisten” komşuları karışınca onlara da saldırmaya çalışmış…
Simsiyah oldu o
sokak, sonra o adamı düşündü insana benzemeyen bir şey getirdi gözlerinin
önüne, elleri-ayakları olmayan bir şey… Bir yaratık belki de. Bir kadına,
doğmamış bir bebeğe vurmak, vurabilmek insan işi olmazdı, olmamalıydı. O
yaratığı düşünmeye devam etti, yüzü de yoktu işte! Böyle biri hiç gülebilmiş midir,
hayır tebessüm etmeyi dahi bilmemesi lazım. Bir çocuğun başını okşamamış olmalı
mesela, çiçekleri hep ezmiş, yerlere çöp atmış, hatta tükürmüş, fidanları o sökmüş.
Sigara izmaritinden orman yangınını da o çıkarmış, denizi de o kirletmiş. Havaya
üç el ateş eden maganda da o, hatta maganda kurşunuyla can alan adi de… Köpeğine
şiddet uygulayan, hayvanlara zarar verirken zevk alan cani de o. Biri de çıkıp
bunları o işlememiştir diyemez! Bütün bu suçlar nasıl da yakışıyor o yaratığa…
Can
yakmayı sever o.
Sokağının
başını bir yaratık tutmuştu artık. Duraktan eve kadar yürüdüğü sokak da güvenli
değilmiş meğer. Zaten kadınlar için ne ev, ne sokak, ne dolmuş, ne park… Hiçbir
yer güvenli değil ki. Bir yaratık gelip sizden her şeyinizi alabilir,
nefesinize kadar…
Nu:3
Yorumlar