Ana içeriğe atla

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI



GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI

Yenisey Yazıtları kavramı ile daha çok, bugünkü Tuva ve Hakasya sınırları içerisinde ele geçirilmiş yazıtlar anlaşılmaktadır. Yenisey Yazıtlarının tarihi belli değildir fakat günümüzde bilim adamları onların tarihini 8-9. Yüzyıllara ait olduğundan emindir. Yazıt metinlerinden, ne yazık ki, onların hangi etnik gruba, devlete veya siyasi oluşuma ait olduğu hakkında yeterli bilgi elde edilememektedir ( Kormuşin 2017: 11). Türkiye’de mezkûr yazıtlar üzerine en kapsamlı çalışmalar       -Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları adlı eseri dışında- Prof. Dr. Erhan Aydın tarafından yazılan Sibirya’da Türk İzleri: Yenisey Yazıtları ve İgor Kormuşin tarafından yazılıp Rysbek Alimov tarafından Türkiye Türkçesine çevrilen Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları adlı eserlerdir.
Aydın, eserinde verdiği bilgiye göre yazıtların bulunması 1675 yılında Nicolaie Milescu, Rus çarı Aleksi Mihayloviç’in elçisi olarak Çin imparatorunun sarayına giderken Yenisey Irmağı civarında bazı kaya yazıtları görür ve tasvir etmesi sonucu olmuştur (Aydın 2019: 21). Bu tasvir yazıtların varlığının ortaya ilk çıkış kısmıdır. Sonrasında Remezov 1697 yılında yayımladığı Sibirya Atlası’nda bazı Yenisey Yazıtları hakkında bilgi verir. Bir başka araştırma da İsveçli subay Strahlenberg’in Ruslara esir düşüp gönderildiği Sibirya bitki araştırmalarında yaptığı çalışmadır. Sonrasında ortaya konulmuş olan çalışmalar yine 1800’lü yıllarda devam etmiştir.
Türkiye’de Yenisey Yazıtları üzerine çalışmalar ancak 1938 yılında Hüseyin Namık Orkun öncülüğünde başlamıştır. Orkun’dan sonra Osman Nedim Tuna, Talat Tekin, Osman Fikri Sertkaya, Mehmet Ölmez, Doğan Aksan, Hatice Şirin ve Erhan Aydın, bahsi geçen yazıtlar üzerine çeşitli makale ve kitap kaleme almışlardır.
Başlıkta yer alan “Gölgede Kalan Yazıtlar” denmesinin sebeplerine gelecek olursak öncelikle şunu vurgulamamız gerekmektedir: Yenisey Yazıtları, özellikle Moğolistan coğrafyasında bulunan yazıtlara göre daha kısadır. Aynı zamanda metinlerde kelime tekrarlarının çokça bulunması metinleri incelerken araştırma sahası olarak ister istemez bir daralmaya neden olmaktadır. Buradaki durumların sebebini şu veya bu yüzden diyerek açıklamak tam olarak mümkün değildir.
Bir başka sebep ise Bilge Kağan, Tonyukuk ve Kül Tigin Yazıtları lirizm açısından diğer yazıtlara göre daha fazla coşku ve duygu içermektedir. Bu lirizmi şimdilerde özellikle sosyal medya ortamlarında "Türk Oguz begleri budun eşid: üze tengri basmasar asra yir telinmeser Türk budun ilingin törüngün kim artatı udaçı erti? Türk budun ertin, ökün!" (Bilge Kağan Yazıtı-Doğu Yüzü)     (Türk, Oğuz beyleri, kavmi, işitin yukarıda gök basmasa, aşağıda yer delinmese Türk milleti ülkeni, töreni kim bozar? Türk milleti vazgeç, pişman ol!) sözleriyle görmek mümkündür.
Son olarak değinilmesi gereken nokta ise şudur: Yenisey Yazıtlarının hacim olarak küçük olması, yazıt sayısının çok olması ve yazıtların içeriğinin birbirine yakın olması bu yazıtların sınıflandırılmasında problemlere yol açmıştır. Bu durumu Erhan Aydın: “Yenisey Yazıtlarıyla ilgili en önemli sorun, bir araştırmacının kullandığı adlandırma ile kısaltmaların başka araştırmacılarca kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. Yazıt sayısı çok olunca bu tür karışıklıkların çok olması kaçınılmazdır. Hele çok sayıda yazıtın az satırlı oluşu ve cümlelerin birbirine aşırı benzemesi, yazıtların birbirine karışmasına neden olmaktadır.” şeklinde özetlemiştir (Aydın 2019: 35). Yine bu nedenle kağanlık yazıtlarının gölgesinde kalmıştır.
Bahsi geçen yazıtlar bugün Türk tarihinin ve Türkçenin birer belgesi olarak Tuva ve Minusinsk müzelerinde muhafaza edilmektedir.
Yenisey Yazıtlarının neden gölgede kaldığını açıkladıktan sonra bu yazıyı Köjeelig-Hovu Yazıtının 5. satırında geçen “bir yetmiş yaşımga kök tengride künge azdım esizim e” (Altmış bir yaşımda mavi gökteki güneşten ayrıldım. Ne yazık!) sözüyle sonlandırmak isterim. Çünkü bu söz ölüm hadisesini “mavi gökteki gün eşten ayrılmak” olarak tasvir eden güzel bir dilin, güzel bir Türkçenin yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaşan eşsiz bir göstergesidir.


KAYNAKÇA
Aydın, Erhan (2019), Sibirya’da Türk İzleri: Yenisey Yazıtları, Kronik Yayınları, İstanbul
Kormuşin, İgor (2017), Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları, (çev. Rysbek Alimov), Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara
(Rumuz, Çatı Katı)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Burçak Tarlası"

Merhabalar dostlar APT’nin değerli okurları, ilk paylaşımımızı siz değerli okurlarımıza sunmanın tatlı heyecanı içerisindeyiz. Kendi sözümüzü fazla uzatmadan sizleri nostalji kuşağının herkese hoş gelen o ezgili türkülerinden birinin hikayesine götürmek istiyoruz, türkümüzün adı "Burçak Tarlası"... Türk Kültürü’nün aynasıdır türküler. Toplumun sosyoekonomik yaşamından izler taşır. Türkülerde toplumun yaşamını, yaşanmışlığını, kültürünü birebir bulabilirsiniz. Aşk, ölüm, gurbet, sıla, ayrılık, kavuşma, acı, sevinç, velhasıl insanın içindeki her şey türkülerdedir. Anadolu insanının geçim kaynağı tarım, tüm yaşamına etki ettiği gibi türkülerine de yansımıştır. Tarımın yaşam kaynağı olduğu bu topraklarda, türkülerde tarımın yer almaması zaten düşünülemez. Türkülerin bir hikayesi, üzerine sinen bir yaşanmışlığı vardır. Ünlü halk ozanı merhum Özay Gönlüm “Türkü dediğin yüzyıllardır halk dilinde dizile dizile, saz telinde süzüle süzüle gelir. Bir olay olur halk onu içinde oldurur...

İnsan Değil, Adı Yaratık

  Gün kızıllaşmıştı, adımlarını hızlandırdı otobüs beklemek yerine dolmuşla gidecekti eve. Aşağı duraklardan binmek yerine üst duraklardan dolmuşa biner, henüz boş iken yerinin güvenliğini sağlardı. Toplu taşımalar bazen gerçekten sinirlerini zorlardı ama ona göre her şeyin bir yolu vardı, kolaylıklar insanı olmaya bayılırdı. Dolmuşla ev arası 10 dakika, hele inince sokağın başında, köşeden gözükürdü kırmızı boyalı evleri. Uzun ince bir sokak, penceresinden bakınca gözüken çam ağaçlarını izlemeyi severdi, çocukluğundan beri. Sanki sokağın huzuru tek yeşilliği olan o çam ağaçlarından gelirdi. Zaten ağaçları da çok severdi. Çocukken tepesine çıkması kolay bir ağaç buluversin yeter ki...   Bu çam ağaçları oldum olası büyüktü, onların altından çam fıstığı toplamayı severdi en çok. Babası göstermişti büyük çam ağaçlarının kozalağında çam fıstığı olduğunu, birlikte kırıp yemişlerdi. Yıllar sonra bile kocaman kız haliyle sokağı kollar alelacele toplar geçerdi çam fıstıkların...