Ana içeriğe atla

Asaf Hâlet Çelebi



Tek bir dize bir insana şair demeye yetebilir mi sizce?... Bu soruyu tek bir dize ile cevaplamak istiyorum;
"İbrahim gönlümü put sanıp da kıran kim"

 Bu dizeyi her anımsadığımda hep şöyle düşünürüm tek bir dizesiyle yüz şairin nice dörtlüğünü yıkar Asaf Halet Çelebi. O tek dizesiyle bırakıverir hepsini geride... Tabi kendisinin tek bir dizesi yok, pek çok şiiri, araştırma- inceleme yazıları var. 

 Nazım Hikmetlerin, Özdemir Asafların, Cemal Süreyaların, Turgut Uyarların, Cahit Zarifoğluların kısacası toplasan on şairin değişmez bir döngü ile popülarite destekli olarak sürekli gözümüze sokulması yerine Çelebi gibi nice şairimizin de hatırlatılması, anılması gerekiyor. Edebiyatımızın vazgeçilmez bir varlık alanı olan şiir, arama motorlarında çıkan on popüler şairden ibaret olamaz!

Şiirlerinden birkaçını ve Asaf Halet Çelebi'nin hayatını sizlerle de paylaşmak, bu konuda bir farkındalık oluşturmak istedik.

"Asaf Halet Çelebi İmparatorluğun en uzun kışını yaşadığı 1907’de İstanbul’da doğar ve 1958 yılında hayata gözlerini yumar. Babasından Fransızca ve Farsça, tanınmış bir Mevlevi şeyhi Ahmet Remzi Dede ve asıl adı Mehmet Rauf olan besteci ve müzik bilgini Rauf Yekta Bey’den de musiki ve nota dersleri alır.

Mevlana soyundan geldiği için de ‘’Çelebi’’ soyadını almıştır. Nüfustaki adı; Mehmet Ali Asaf’tır. Bir süre Fransa’da kalır… Fransa dönüşünde üç yıl Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğrenim görür.

 Şiirlerinde; Doğu ve Batı kültürlerini bağdaştırır, Doğu kültürüne özgü motif ve sembolleri ustalıkla kullanır, ilhamını tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski doğu medeniyet ve masallarından alır…

 Eserleriyle geçmiş ve gelecekle, hikayeler, efsaneler ve masal alemi arasında bağ kurar… İslam ve tasavvuf edebiyatı yanında Fars ve Hint edebiyatına hakimdir. İran edebiyatına vakıftır ve şiir yazacak kadar da Farsça bilir.

Türk Edebiyatında ‘’soyut şiirin’’ ilk tanımını yapmış, şiirlerinde hayatta olduğu gibi, somut malzemeyle soyut bir âlem yaratmıştır. (Kendi deyişiyle; ‘’Mesela esasen müşahhas malzeme ile mücerret olan hayali yaşatabilmektir.’’)

 Özel hayatında ise tam bir İstanbul beyefendisidir Asaf Halet Çelebi… Haldun Taner bir yazısında Asaf Halet’i şöyle anlatır: ‘’Yakasına çiçek takıp kökünü mendil cebine yerleştirdiği küçük bir şişenin suyu ile beslemesi, kocaman bir gülsüz gezmeyen Oscar Wilde’yi anımsatıyordu.’’

Sadece şair değil, yazardır da aynı zamanda Asaf Halet Çelebi…

Asaf Halet'in eserleri: Mevlana (1939), Molla Câmî (1940), Konuşulan Fransızca (1942), Eşref oğlu Divanı (1943), Pali Metinlerine Göre Gotama Buddha (1946), Divan Şiirinde İstanbul (1953), Nâimâ (1953), Mevlana ve Mevlevilik (1957).

Asaf Hale'in tercümeleri: Mevlana'nın Rubaileri (1939), Seçme Rubailer (1945), Ömer Havyam (1954), Roubayat de Mevlana Djelal-cMIn Roumi (Paris, 1950).

 Ayrıca çeşitli dergilerde kalan, kitap hâline getirilemeyen makaleleri de vardır. İlk şiir kitabı ‘’He’’yi 1942 yılında, ‘’Lamelif’’i 1945 yılında ve bütün şiirlerinin topladığı ‘’Om Mani Padme Hum‘’u ise 1953 yılında yayımladı. ‘’Om Mani Padme Hum‘’; Sanskritçede Budistler’in kullandığı bir mantradır, ‘’nilüferin içindeki cevher’’ demektir.
Her bir şiiri üzerine akademik çalışmalar yapılmış, onlarca makale yazılmıştır.
Asaf Halet Çelebi’nin şiirlerinin iki konusu vardır: Birincisi; dini motifler, tasavvuf ve mistisizm, ikincisi ise; masallardır… Ayrıca; Asaf Halet şiirlerinde hiç büyük harf kullanmaz, hep küçük harf kullanır. Burada da Asaf Halet!in şiirleri kendisinin yazdığı şekliyle alınmıştır.

‘‘Semâ-ı Mevlâna”, “Cüneyd”, “İbrahim”, “Mârâ” gibi şiirleri Asaf Halet’in mistik şiirleri; “Nurusiyâh” ve “He” gibi şiirleri de Asaf Halet Çelebi’nin masal motiflerini kullandığı şiirleridir."

 İki şiirini de kaleminin güzelliğini,imgelerinin derinliğini, kimselere benzemeyen üslubuyla çağını çağlar ötesine taşıyışını gösterebilmek adına ekliyorum buraya...

İbrahim

içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim


güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan ki

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim

Adımı Unuttum

adımı unuttum 
adı olmıyan yerlerde 
ne in ne cin 
ne benî âdem

zamanlar içinde
kuşlar uçuyor 
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden 

çarşılar kuruluyor 
sarayları oyuncak 
insanları karınca şehirler 
zamanları gördün mü 
bir iğne deliğinden

adımı unuttum 
adı olmayan yerlerde 
geçip gidenlere bakarak 




(Nu:3)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI Yenisey Yazıtları kavramı ile daha çok, bugünkü Tuva ve Hakasya sınırları içerisinde ele geçirilmiş yazıtlar anlaşılmaktadır. Yenisey Yazıtlarının tarihi belli değildir fakat günümüzde bilim adamları onların tarihini 8-9. Yüzyıllara ait olduğundan emindir. Yazıt metinlerinden, ne yazık ki, onların hangi etnik gruba, devlete veya siyasi oluşuma ait olduğu hakkında yeterli bilgi elde edilememektedir ( Kormuşin 2017: 11). Türkiye’de mezkûr yazıtlar üzerine en kapsamlı çalışmalar       -Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları adlı eseri dışında- Prof. Dr. Erhan Aydın tarafından yazılan Sibirya’da Türk İzleri: Yenisey Yazıtları ve İgor Kormuşin tarafından yazılıp Rysbek Alimov tarafından Türkiye Türkçesine çevrilen Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları adlı eserlerdir. Aydın, eserinde verdiği bilgiye göre yazıtların bulunması 1675 yılında Nicolaie Milescu, Rus çarı Aleksi Mihayloviç’in elçisi olarak Çin imp...

"Burçak Tarlası"

Merhabalar dostlar APT’nin değerli okurları, ilk paylaşımımızı siz değerli okurlarımıza sunmanın tatlı heyecanı içerisindeyiz. Kendi sözümüzü fazla uzatmadan sizleri nostalji kuşağının herkese hoş gelen o ezgili türkülerinden birinin hikayesine götürmek istiyoruz, türkümüzün adı "Burçak Tarlası"... Türk Kültürü’nün aynasıdır türküler. Toplumun sosyoekonomik yaşamından izler taşır. Türkülerde toplumun yaşamını, yaşanmışlığını, kültürünü birebir bulabilirsiniz. Aşk, ölüm, gurbet, sıla, ayrılık, kavuşma, acı, sevinç, velhasıl insanın içindeki her şey türkülerdedir. Anadolu insanının geçim kaynağı tarım, tüm yaşamına etki ettiği gibi türkülerine de yansımıştır. Tarımın yaşam kaynağı olduğu bu topraklarda, türkülerde tarımın yer almaması zaten düşünülemez. Türkülerin bir hikayesi, üzerine sinen bir yaşanmışlığı vardır. Ünlü halk ozanı merhum Özay Gönlüm “Türkü dediğin yüzyıllardır halk dilinde dizile dizile, saz telinde süzüle süzüle gelir. Bir olay olur halk onu içinde oldurur...

İnsan Değil, Adı Yaratık

  Gün kızıllaşmıştı, adımlarını hızlandırdı otobüs beklemek yerine dolmuşla gidecekti eve. Aşağı duraklardan binmek yerine üst duraklardan dolmuşa biner, henüz boş iken yerinin güvenliğini sağlardı. Toplu taşımalar bazen gerçekten sinirlerini zorlardı ama ona göre her şeyin bir yolu vardı, kolaylıklar insanı olmaya bayılırdı. Dolmuşla ev arası 10 dakika, hele inince sokağın başında, köşeden gözükürdü kırmızı boyalı evleri. Uzun ince bir sokak, penceresinden bakınca gözüken çam ağaçlarını izlemeyi severdi, çocukluğundan beri. Sanki sokağın huzuru tek yeşilliği olan o çam ağaçlarından gelirdi. Zaten ağaçları da çok severdi. Çocukken tepesine çıkması kolay bir ağaç buluversin yeter ki...   Bu çam ağaçları oldum olası büyüktü, onların altından çam fıstığı toplamayı severdi en çok. Babası göstermişti büyük çam ağaçlarının kozalağında çam fıstığı olduğunu, birlikte kırıp yemişlerdi. Yıllar sonra bile kocaman kız haliyle sokağı kollar alelacele toplar geçerdi çam fıstıkların...