
Bir salıncağa biner de
kaşlarını böyle çatar mı insan, görmediği iyiydi belki de. Korkar da kaçarsam
ne olacaktı o zaman, utanma da bir daha çık mahalleye haydi! Bugüne bugün mahallede bir yeri vardı, daha
geçen gün on ikilik Aliş’e kafa tutmamış mıydı? Hem de Aliş ondan iki yaş da
büyüktü. Kolu mor döndü eve ama olsundu. Aliş korktuğundan sıktı da itti. Kimse
dalaşamazdı artık ona.
Olmazdı tabii, kapkara
saç rengi mi olurdu öyle, bizim evdeki tencerenin içi gibi kara, nah zeytin
kadar da gözleri de olur mu insanın, çizgi filmdekiler gibi… Başkasına sorsan
taze meyvelerin içindeki çürük rengi gibi derler, yok ama anam babam muhacir,
mahalle baştan aşağı anamın ablalarıma temizlettiği mısır püskülü gibi, bizim
evin rengi gibi sarı, Laklak deresi derler o yokuşta oturan dedikoducu kocakarı
Melahat bile sapsarı, ablam diyor ki Laklak deresi adını bu Melahat’tan almış.
İşte o kız, öyle her akşamüstü parka geldi gitti hatta yan yana bile sallandık,
birkaç kez de ekmeğe giderken gördüm. Biz çizgiyi çekip bilye oynarken,
yakınlara gelip izledi, heyecandan çok ütüldüm tabii. Dişlerini sıkmış,
dudaklarının içini ısıra ısıra, gözlerini kocaman açmış bizi izliyor. Kâkülleri
gözlerinin üstüne düşüyor, bilyeyi işaret parmağının arasına yerleştirip başparmağıyla
iten bizimkilere öfkeyle bakıyor, yumruklarını sıkıyordu. Hadi oğlum, seslen,
ne diye seslenecekti, adı neydi, kara kız dese, ayıp mıydı döver gibi
alimallah!
-Sen de oynar mısın?
İki etmedi, geldi oynadı,
baya da ütüldük. Güldü bu sefer, benim dişimin olmadığı yerde onun da dişi
yoktu. Güzeldi. Benim daha on kitabım
olmasına çoktu, hem ince değil kalın, şöyle çok sayfalı kitap olmalıydı ki hiç
bitmesin. Ablamın kitaplardan -fark etmesin diye arkalarda duranlardan- birini aldım, adı neydi bugün hatırlamıyorum.
Üstüne, tam kapağın üstüne “O kız merhaba, adım Mustafa, büyük parka gel.”
yazdım, diğer gün koşa koşa gittim yanına, uzattım kitabı. Korktu önce bir bana
bir kitaba baktı, sonra aldı. Parlak siyah arabaya güneş vurur da parlar ya, gözün kamaşır, gözleri siyah araba gibi
parladı. Eylül dedi, bir daha gülümsedi. Gitti.
Eylül merhaba, ben Mustafa,
büyük parka gel…
(Rumuz: No:7 05.04.2020)
Yorumlar