Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İnsan Değil, Adı Yaratık

  Gün kızıllaşmıştı, adımlarını hızlandırdı otobüs beklemek yerine dolmuşla gidecekti eve. Aşağı duraklardan binmek yerine üst duraklardan dolmuşa biner, henüz boş iken yerinin güvenliğini sağlardı. Toplu taşımalar bazen gerçekten sinirlerini zorlardı ama ona göre her şeyin bir yolu vardı, kolaylıklar insanı olmaya bayılırdı. Dolmuşla ev arası 10 dakika, hele inince sokağın başında, köşeden gözükürdü kırmızı boyalı evleri. Uzun ince bir sokak, penceresinden bakınca gözüken çam ağaçlarını izlemeyi severdi, çocukluğundan beri. Sanki sokağın huzuru tek yeşilliği olan o çam ağaçlarından gelirdi. Zaten ağaçları da çok severdi. Çocukken tepesine çıkması kolay bir ağaç buluversin yeter ki...   Bu çam ağaçları oldum olası büyüktü, onların altından çam fıstığı toplamayı severdi en çok. Babası göstermişti büyük çam ağaçlarının kozalağında çam fıstığı olduğunu, birlikte kırıp yemişlerdi. Yıllar sonra bile kocaman kız haliyle sokağı kollar alelacele toplar geçerdi çam fıstıkların...
En son yayınlar

"İnkar"

Kabul etmek zor, kolaydı inkar, Mahzun ifadeyle boş gürültüydüm. Kaçtıkça kollarımın arasında hafifçe rüzgar, Okşarken, uzağa koşan böbürtüydüm. Millerce, kilometrelerce fark atarken övünç, Sokağım gibi rampaları geçerken sevinç, Çakılları atlarken pek bir dinç, Zihni miadını doldurmuş döküntüydüm. Çıkmak düzlüğe tam nefes biterken, Soluk soluğa bakmak yeni gelmişken, Uzun sürece taradım başıma, bir han Bulunca coşan hayvani dürtüydüm. Şehirler usturuplu bir afet gibi, Sezdirerek, göstererek vurur ve asabi, Kaçmak tekrar yürürlükte, zira sincabi Renkli tavanı izlerken pek kötüydüm. Güven, sözcükler arası dengesizlik, Ellerinden tutmalı ki aksi belirsizlik, Dağarcığa uygunsuz bu duran benlik, Ben yaşayan herkese yüzüstüydüm. İnkar... İnkar yüklü düşünceler bulanıktır Ve başlar ardından soğuğun hissi, ılık ılıktır, İnkar... İnkar nüksedince nalan kapıda eşiktir, O evi başıma yıkan çöküntüydüm. 26.06.2017 Nu:1

Asaf Hâlet Çelebi

Tek bir dize bir insana şair demeye yetebilir mi sizce?... Bu soruyu tek bir dize ile cevaplamak istiyorum; "İbrahim gönlümü put sanıp da kıran kim"  Bu dizeyi her anımsadığımda hep şöyle düşünürüm tek bir dizesiyle yüz şairin nice dörtlüğünü yıkar Asaf Halet Çelebi. O tek dizesiyle bırakıverir hepsini geride... Tabi kendisinin tek bir dizesi yok, pek çok şiiri, araştırma- inceleme yazıları var.   Nazım Hikmetlerin, Özdemir Asafların, Cemal Süreyaların, Turgut Uyarların, Cahit Zarifoğluların kısacası toplasan on şairin değişmez bir döngü ile popülarite destekli olarak sürekli gözümüze sokulması yerine Çelebi gibi nice şairimizin de hatırlatılması, anılması gerekiyor. Edebiyatımızın vazgeçilmez bir varlık alanı olan şiir, arama motorlarında çıkan on popüler şairden ibaret olamaz! Şiirlerinden birkaçını ve Asaf Halet Çelebi'nin hayatını sizlerle de paylaşmak, bu konuda bir farkındalık oluşturmak istedik. "Asaf Halet Çelebi İmparatorlu...

Şairimiz No:1'den "SU"

Demek buymuş azalmanın formülü. İnciler dolusu boynundan akınca oluşur deniz. Ve bu yüzden tutturunca bir imgeyi, Korkuyorum, adın kalmalı mutlaka damlalar halinde, Ben hiç denizlerde yaşamadım henüz. Ah bu derya, bırakmamalı büyümeyi, Ah bu imgeler gerçekleşmelidir, Ah diye diye kalayım sessiz, ölü. Demek buymuş azalmanın formülü, Tuzlu sularda yoktur içmenin kanması, İçmek, içmek durmadan içmek. Ben yakamozla yıkamalıyım sevgimi Ki yaralarım mavi vursun kıyılara, İnsanlar bilmemeli, Ah bu gurbetlik bilsin. Demek buymuş azalmanın formülü, Denizler gitgide kapatsın toprağı, Ki ölmek; sadece yeryüzünde, Konuşmak ise boğulmayla alakalı, Bu deniz methiyelerimle aşacak boyu. Bu beden azalmalı, Ölmeli, bitmeli Ki ruhum; özgürlüğün boyunca ebedi. Balıklar gibi unutmalı hayatı, Ve sen; tek mecburu ol yaşamanın.

"Cevher"

Kovaladığın gölgemdi aslım değil Yağmurlu bir havada kısılı kalan Kalbimin süsü daha silinmemişti Ve duyduğun sessizliğimdi ben değil. Uçurtmalar yollamıştım sisler değil Güneşli bir günde hissizce dalgalanan Gözlerim selini daha yitirmemişti Ve gördüğün suretimdi ben değil. Üzgünüm ne görebildin ne de duyabildin beni Zaten kaktüsler de almadın bana Zamanı durduruyorsun sanmıştım Sen katilsin ben değil. (Nu:2)

"Leyle"

Dışarıda hafif yağmur, yeni başlamış...  Geliyor mis gibi, toprakla buluşmuş damlalar. Kuşlar ötmeye başlamış,  Biri taze, ürkek ötüyor,  Belli yavru daha.  Ve nöbette birileri, Şavkı yanmış odasının.  Ses bekliyor, Uykudan daha hayırlı olanın çağrısını secdesinin başında.  Yaş belli ki kemale ermiş,  Öyle ki huzurlu beyaz badanalı ev...  Gözükmez şimdi doğmadı daha gün,  Hemen önünde bir kayısı ağacı,  Çok budamışlar küsmüş, vermez bu sene meyve...  Fırınlar aralıyor bir de dikkati Doğacak günü hatırlatır gibi  Pişen ekmek kokularıyla aceleci, Ben ise dikilmişim çarpık kentleşmenin balkonu ucunda,  Bir başıma. Bırakmasaydım eğer, Tütün içerdim. En sevdiğim vakitleri.. Bana hep garip gelen tezatlığında,  Gün en yakın iken en koyu karanlık.. Gecenin vedasında bile hayır yok. Yine boşuna uyumadık.   Yarım kaldı, sayfalar, okumalar Yine bölük kaldı uyk...

"Şehriyar'a"

Derdime aramam derman Her arayışım sana çıkar. Kapatma yolları gözlerini aç Bu sana yazılan kaçıncı fermandır? Her ritim her nota getiriyorsa  Senden bir parça daha Rüzgar kıskanıyorsa kokunu Kapatma yolları gözlerini aç. Ağrıyan başımı dizlerine koymak Bir solukta yanında almak istiyorsam Cehennem ateşleri sarıyorsa bedenini Kapatma yolları gözlerini aç. Aç gözlerini uyan derdim dermanım Fermanım yolum umudum düşüm Arafım, sağım solum, ey kurban olduğum Kapatma yolları gözlerini aç. Yorgunum..

I.

Kader ödün vermiyor kudretinden Gittim, seni yıllar önce en kara mabedimden çaldım. Peşime düşen yirmi üç yıllık esaretten. Hazin öykülerden, hazineler çıkardım. Yıllardan beridir ağarttığım telleri, İçimde başıboş gezinen garip divaneleri, Gözlerimden naçizane renksiz üzümleri, Karanlık bahçelerden sana uzattım. Gözlerin, iklimime geçince hafifçe süzülüş, Serpilip bırakman kendini kollarıma ne hoş, Geceler değmesin sana diye bunca telaş, Cepheler, savaşlar, pusular atlattım. Gözler ki yeryüzünün Zühresi, Aklımın, gönlümün, hissimin zirvesi. Aslan kadar yaralamaz kirpiğin pençesi, Açasın diye sabahlara kadar ne ağıtlar yaktım. Kader ödün vermiyor kudretinden, Sen nurlar gibi ak ben kara sefaletimden. Bu aşkın, ızdırabın yüce cefaletinden. Adının yağmuruyla, huzuruna kavuştum.

"Halkbilim Yazıları I"

Türk Âşık Edebiyatı’ndaki Usta-Çırak İlişkisi ve Türk Tekke-Tasavvuf Edebiyatı’ndaki Mürşit-Mürit İlişkisinin Karşılaştırılması  Anadolu sahasında 16. yüzyıldan günümüze kadar geçirdiği aşamaları izleme imkânı bulduğumuz âşık edebiyatının ortaya çıkışı ve önceki dönemlere ait gelişim çizgisini belirlemek oldukça güçtür. Bu güçlüğü oluşturan faktörlerin başında Türklerin Orta Asya’dan göç ederek Anadolu’da yeni bir yerleşik medeniyet kurmaları, yeni bir dini benimsemeleri, şiir ve musiki alanlarında birtakım değişiklikleri kabullenmeleri gelir. Tarihi seyri izlemeyi güçleştiren bir başka faktör de âşık edebiyatının sözlü kültür ürünü olması, bu ürünlerin çoğu kez yazıya geçirilmemesi, ilk dönemlerde yazıya geçirilen ürünlerin bir kısmına henüz ulaşılamamış olmasıdır (Oğuz 2014: 287). Âşık edebiyatında oluşturulan geleneğin yüzyıllar boyu yaşatılmasını sağlayan unsurlardan biri usta-çırak ilişkisi olmuştur. Âşık adayının yetişmesi sırasında en çok başvurulan yollardan bir...

"Kırk Yaşında Elleri"

       Güneşe doğru kaldırdığı yüzünde gözlerini kısmaktan olmuş kırışıklıkları gördüm önce, boyu benden kısa olsa gerek. Perdenin arkasından kendisini seyrettiğimden habersiz yüzü saniyeler içinde bir on altı yaşında çocuk bir kırkını geçmiş aile babası oluveriyor, iskele kuran ellerine indirirken gözlerini. İki metreden çok olsa gerek bir demir parçası uzatıyor ustasına… Aman Allah nasıl kaldırıyor o çocuk onu öyle! Perdenin ardında yere oturuvermişim, hırıltılı “Hadi oğlum Kürşad, iskeleden iskeletimiz mi çıksın kaldır biraz daha, amma bekledin, uzat ha gayret!” diye bağıran sesin sahibini görmek için. Ustayı görüp gülmemeyi başarana da aşk olsun, şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum sandım. Bu cüsseli adam nasıl olmuştu da oraya çıkmayı başarmıştı, aşağıdan bakıldığından mı karikatür gibi görünüyordu? Kısa sayılabilecek bacaklar, kazan gibi koca bir göbek, kemerinin içine sokuşturduğu çizgisinin boyadan mı alçıdan mı olduğunu bilemediğim önceden siyah ...

"Sobe"

Ömrüm boyunca büyümek için yalvardım Tanrı'ya Çünkü biliyordum büyürse yaşım daha güçlü olurdum Oysa yanılttı beni rüyalarım En çok da karşımda duran aynalarım Kendi beşeri ihtiyaçlarımı karşılıyordum artık Örneğin bağlıyordum bağcıklarını ayakkabılarımın Kimse anlatmamıştı hayatın bundan ibaret olmadığını İnsanların bir zaman çarkına kul olduğunu Ya da gökkuşağının renklerine dokunulamadığını Doğayı ve barındırdıklarını katlettiğimizi ne bileyim.. Büyüdükçe daha fazla uzuyormuş cümleler Kendini anlatabilme ve var olma telaşı sarıyormuş Yağmurlarda ıslanmamak için şemsiyeler taşınıyormuş Bir okul çantasının yerini kol çantaları alıyormuş Bu kez ziller sabah işe gitmek için çalıyormuş Güneşin ve ayın zarafeti kalmıyormuş çünkü İnsan böyle büyüyormuş.  Büyüdüm. N'olur uyandırın beni ... Sobe.

"Çocukluğum ve Dua Parası"

Oyun alanı gölgelenmiş, güneş sonunda gitmişti. Elinde elifbası koşarak indi bahçeye, el arabasının yanından dedesinin onun için yaptığı küçük taburelerden birini aldı ayva ağacının altına koydu, oturuverdi üstüne. Yaz tatilini, tatilde de en çok dedesi ve anneannesinin bahçeli evinde kalmayı seviyordu. Saklambaç oynarken ekmek evine saklanmayı, dedesiyle çeşit çeşit, pembeli, morlu, sarılı, kırmızılı çiçekleri sulamayı… Çiçeklerden sonra sıra kendine geldiğinde dedesi onu ıslarken koşuşturmayı, bahçeye giren kedileri kovalamayı, sokaktaki çocukların bahçeye kaçırdığı topları saklamayı çok seviyordu...   Bahçeye kaçan o toplar yok mu... Dedesi çok kızıyordu kaçan toplar çiçekleri eziyor diye, topu kaçıran suçlular yüksek duvardan atlayıp da giremiyorlardı bahçeye, kapısı desen zıplasalar bile yetişemiyorlardı kilidine, yani onlar için çok zordu bahçeye girmek. Ama yaramazlar hiç dinlemiyorlardı ki.. kaç kere şahit olmuştu topların bahçeye kaçışına.   Dedesi cami...

"Uyanış"

Kavgaların en büyüğü bende, Renklerin soluşuna şahitlerdenim. Bağ evlerinde, apartman köşelerinde, Çocukluğumu bir solukta içenlerdenim. Sözgelimi ıssız bir an içinden, Büsbütün değil parça parça ucundan, Onca yılın öcünden, acısından, Derdin devasını sezenlerdenim, Sezip de gezmek lazımken zamanı Yıkılıp viran eyler gönülü canı Gömülü, toprak altında bir anı Çıkarıp da diriltmek isteyenlerdenim. Sır battı çamura, çamura battı sır  Yarısı dışında yara, yarısı içinde sır Duvarlara yazılır yaralar oldu sır Sırları ser gibi geçenlerdenim Yazmak zaman ötesinde bir hayata Merhaba şiirler demek merhaba! Gönül körükler, ateşler kalkar ayağa Kalkıp da İbrahim ateşine gidenlerdenim. Yıllar geçer de unutulur şiirler Eksik gedik hayatlara boğulur şiirler Hep de diplerden çıkar şiirler  Cevherler arasında gezenlerdenim. Kavgaların en büyüğü bende! Aynalar kırılsa bire bin olacak Düşman elinde kalem, kalem bende. Yazdık...

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI Yenisey Yazıtları kavramı ile daha çok, bugünkü Tuva ve Hakasya sınırları içerisinde ele geçirilmiş yazıtlar anlaşılmaktadır. Yenisey Yazıtlarının tarihi belli değildir fakat günümüzde bilim adamları onların tarihini 8-9. Yüzyıllara ait olduğundan emindir. Yazıt metinlerinden, ne yazık ki, onların hangi etnik gruba, devlete veya siyasi oluşuma ait olduğu hakkında yeterli bilgi elde edilememektedir ( Kormuşin 2017: 11). Türkiye’de mezkûr yazıtlar üzerine en kapsamlı çalışmalar       -Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları adlı eseri dışında- Prof. Dr. Erhan Aydın tarafından yazılan Sibirya’da Türk İzleri: Yenisey Yazıtları ve İgor Kormuşin tarafından yazılıp Rysbek Alimov tarafından Türkiye Türkçesine çevrilen Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları adlı eserlerdir. Aydın, eserinde verdiği bilgiye göre yazıtların bulunması 1675 yılında Nicolaie Milescu, Rus çarı Aleksi Mihayloviç’in elçisi olarak Çin imp...

"O Kız"

    Kitap okumayı seviyorum elbet, kitap okumak sevilmez mi be! Hele iki elimin parmaklarını geçecek kadar kitabım olsun, şart olsun bir tanesini o kıza vereceğim, hem de parkın orta yerinde. Hadi oradan ne belli o da kitap okumayı sevecek olsun. Dedik ya kitap okumak sevilmez mi be! Okuduğum ve okuyacağım tüm kızlar artık o kızdı. O kız, o kız, o kız… Mahalleye yeni gelmiş besbelli, daha birkaç kez gördüm. Gördümse o beni gördü mü, görmedi. Sonraları duyduk, anası ölmüş de analığın, babasının yanına getirmişler mecbur. Kendiliğinden büyüyecek değildi ya iyi ki de getirmişler, ama anası ölmeseydi iyiydi, ölmüş bir kere… Bir salıncağa biner de kaşlarını böyle çatar mı insan, görmediği iyiydi belki de. Korkar da kaçarsam ne olacaktı o zaman, utanma da bir daha çık mahalleye haydi! Bugüne bugün mahallede bir yeri vardı, daha geçen gün on ikilik Aliş’e kafa tutmamış mıydı? Hem de Aliş ondan iki yaş da büyüktü. Kolu mor döndü eve ama olsundu. Aliş korktuğundan sıktı d...

"Karîne"

Benimki yanlış kapıda yanlış anahtarı denemeye Kırılan bir ayakla moraton koşmaya benzer. Aynı gökyüzünü paylaşıyorken milyonlarca yıldız İnsanlığını ruhumun hissedememeye benzer. Birkaç güne sığdırılmış üç beş anı yumağını Zihnimde tekrar tekrar sarıp el açmaya benzer. Balık olmayan göllere dalıp gemi beklemeye Bekleyipte bir kurbağa yavrusunu balık sanıp avunmaya benzer. Gezinirken dut ağaçları etrafında  Deniz kabuğu hiç görmemiş çocukluğumun Salyangozları doldurup ceplerine Eve geldiğinde yaşadığı hayal kırıklığına benzer. Urganımı çıkarıyorum boynundan Sen yüreğimin viran semtleri Sen menekşenin feri Azad ediyorum kaç kurtar kendini Yorgunum demiştim  yeter  Çalma geriye kalan vaktimi.. (Rumuz No:2)

"Bir Bahar Hüznü"

Bahar yağmurları çekiyor canım,  Böyle soğuk, karanlık değil.. Sıcak, hafif parçalı bulutlu, Baharın gelişini belli eden yağmurları.. Bahar yağmurları çekiyor canım,  Böyle belirsiz, umutsuz değil.. Bitince yağmaları, Güneşin açacağını bildiğim yağmurları.. Bahar yağmurları çekiyor canım,  Sokaklar böyle boş, böyle sessiz değil.. Ani yağmurlarında çocukları koşuşturduğu, Neşe veren yağmurları.. Bahar yağmurları çekiyor canım,  Pencereden bulutları seyretmelik değil.. Geçince telaşı, Islanmış papatyaları okşayabileceğim.. Bahar yağmurları çekiyor canım, Böyle gri, böyle koyu değil.. Güneşle beraber, rengarenk.. Umut veren yağmurları.. Bahar yağmurları çekiyor canım, Görür görmez altına koşuşturduğum, Ellerimi çocuksu neşemle göğe uzatıp, Toprak kokusunu ta ciğerlerime çektiğim yağmurları... Bahar yağmurları çekiyor canım,  Böyle hüzünlü bir ıssızlıkta değil.. Hayatın bayram, tüm dünyanı...

"Sosyal İzolasyon"

"Sosyal İzolasyon" Merhaba Sevgili Dostlar Apt.’nin Güzide Misafirl eri,  Hoş gel diniz daha doğrusu hoş geldik… Nasılsınız? Bu soruya bu aralar vereceğimiz cevaplar pek iç acıcı olmuyor ama hayat bir şekilde devam ediyor. Günlerin getirdiği karamsarlık, hüzün bulutları içerisinden sıyrılıp güneşi görmenizi/görebilmenizi temenni ederek başlamak isterim. Efendim ben deniz No:3’ün kadim misafiriyim. Bir beş çayına gelmek iki lafın belini kırmak elbette isterdim lakin yaşadığımız biyolojik afet dolasıyla sosyal izolasyondayız. #EvdeKal #HayattaKal dediğimiz şu son günlerde kendimiz ve çevremiz için alacağımız en önemli tedbir mecbur olmadıkça dışarıya çıkmamak #EvdeKal’mak olacaktır. Sürekli duyduğumuz ve hatta artık alıştığımız cümleleri kurmak istemezdim fakat artık bu uyarıları yapmayı bir vatandaşlık görevi olarak görüyorum. Lafı çok uzattım farkındayım, bu günlerde içimizi ısıtacak bir kaç mısra ile çayınızın, kahvenizin yanında sizlere eşlik etmek isterim. İlk mısr...