Ana içeriğe atla

"Çocukluğum ve Dua Parası"



Oyun alanı gölgelenmiş, güneş sonunda gitmişti. Elinde elifbası koşarak indi bahçeye, el arabasının yanından dedesinin onun için yaptığı küçük taburelerden birini aldı ayva ağacının altına koydu, oturuverdi üstüne. Yaz tatilini, tatilde de en çok dedesi ve anneannesinin bahçeli evinde kalmayı seviyordu. Saklambaç oynarken ekmek evine saklanmayı, dedesiyle çeşit çeşit, pembeli, morlu, sarılı, kırmızılı çiçekleri sulamayı… Çiçeklerden sonra sıra kendine geldiğinde dedesi onu ıslarken koşuşturmayı, bahçeye giren kedileri kovalamayı, sokaktaki çocukların bahçeye kaçırdığı topları saklamayı çok seviyordu...

 Bahçeye kaçan o toplar yok mu... Dedesi çok kızıyordu kaçan toplar çiçekleri eziyor diye, topu kaçıran suçlular yüksek duvardan atlayıp da giremiyorlardı bahçeye, kapısı desen zıplasalar bile yetişemiyorlardı kilidine, yani onlar için çok zordu bahçeye girmek. Ama yaramazlar hiç dinlemiyorlardı ki.. kaç kere şahit olmuştu topların bahçeye kaçışına.

 Dedesi camideyken top kaçarsa eğer, ona sesleniyorlar, topu atması için yalvarıyorlardı. Çok eğleniyordu o zaman, onlarla dalga geçip, topu patlatmakla tehdit ediyordu onları.Topu pis bulduğu için önce tulumbadan çektiği suyla yıkayıp biraz oynuyor, isterse bir daha atmak yok diye sözler alıp geri veriyor, isterse de ekmek evine saklıyordu, keyfi nasıl isterse…

 Ezberini yapmadan bir düşündü, önce neler alacağına karar vermeliydi, cips mi, dondurma mı yoksa çikolata mı alsaydı… İsterse hem cipse hem de dondurmaya yetiyordu parası. Önce karar vermeliydi çünkü bakkala karar vermeden gittiğinde heyecandan almak istediklerini karıştırıyordu hep. Dondurma yerine gofret almıştı geçen.

Anneannesiyle anlaşmaları dua başına beş yüz bin liraydı... Bu pazarlığı çok sevmişti. Surelere geçtiğinde de sure başına bir milyon verecekti anneannesi. Sıra salli-barik dualarındaydı. Bugün ikisini de ezberleyebilirdi, kısacıktılar, öyle Ettehiyyatü gibi uzun değillerdi sonuçta.
Onar kere tekrarlıyordu bölünmüş her kısmı, böyle daha kolay oluyordu ezberlemek. Tam başlayacaktı ezberine gözü hareket eden siyah noktaya takıldı kaldı. İşte bahçedeki en sevdiği oyun arkadaşı çıkmıştı yine ortaya, tespih böceği… Yine ortadan kaybolmadan önce biraz uğraşacaktı onunla.  Dokunur dokunmaz kapanıp top gibi olmuyor mu… Çok hoşuna gidiyordu… Eğildi parmağını yavaşça dokundurdu sert kabuğuna işte en sevdiği an gelmişti, onun varlığını hisseder hissetmez kapatıvermişti kendini tespih böceği, yüzüne yayılıverdi o yaramaz gülümsemesi…

Bahçede o kadar çok tespih böceği oluyordu ki, bazen sırf onları aramak için iniyordu aşağıya, taşların altından toplardı birer ikişer, neşeyle avucunda boncuk gibi döndürürdü hepsini. Hiç korkmazdı ki böceklerden, solucanlarla bile oynardı. Bahçeye gelen komşu çocuklarını korkuturdu elindeki solucanlarla, tespih böcekleriyle... Korkulacak nesi vardıysa artık küçücük haşerelerin, korkmasalardı.

Bu kadar oyun yeter dedi kendi kendine, oturdu taburesine başladı ezberini yapmaya “Allâhümme salli alâ Muhammedin…” hoşuna gitmişti bu seferki duaların kısa olması… Ettehiyyatü duasını ezberleyene kadar göbeği çatlamıştı niye uzunduysa artık o kadar, hem iki kerede vermişti duayı, ilkinde almamıştı Eşe Hocası…

İlk duanın ezberi bitmişti, koşarak ezberini vermeye gidecekti dedesiyle anneannesine. Ayağa kalktı tam hareket edecekken yukarıdan bahçeye yavaş yavaş inen o kokuyu aldı, sevindi… Acıkmıştı da zaten. Ne güzel kokuyordu pişen salça, kesin en sevdiği yemeği yapıyordu anneannesi, salçalı makarna… Sevinçle yukarıya dedesinin yanına gitti. Çabucak ezberini verip, olmuş mu diye soran gözlerle baktı dedesine. Önce güldü, sonra başını okşayarak bu seferki dua parası benden dedi pamuk dedesi.

(Çocukluğumun en güzel anı mimarlarına, ruhuma güzellik katan rahmetli Anneannem ve Dedem anısına Nu:3)

Yorumlar

NK dedi ki…
çok doğal, çok içten bir yazı olmuş tebrikler :)
Unknown dedi ki…
O kadar güzel olmuş ki, beni çocukluğuma götürdü... devamını beklemekteyim.
Uçmağ* dedi ki…
Yazıyı okuduğum sırada rahmetli ninemin çiçekli basması, mis gibi yaptığı tarhana çorbasının kokusu geldi burnuma... Bugünden alıp çocukluğuma götürdüğün için teşekkür ederim Nu:3 :) kaleminize, gönlünüze sağlık :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI

GÖLGEDE KALAN YAZITLAR: YENİSEY YAZITLARI Yenisey Yazıtları kavramı ile daha çok, bugünkü Tuva ve Hakasya sınırları içerisinde ele geçirilmiş yazıtlar anlaşılmaktadır. Yenisey Yazıtlarının tarihi belli değildir fakat günümüzde bilim adamları onların tarihini 8-9. Yüzyıllara ait olduğundan emindir. Yazıt metinlerinden, ne yazık ki, onların hangi etnik gruba, devlete veya siyasi oluşuma ait olduğu hakkında yeterli bilgi elde edilememektedir ( Kormuşin 2017: 11). Türkiye’de mezkûr yazıtlar üzerine en kapsamlı çalışmalar       -Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları adlı eseri dışında- Prof. Dr. Erhan Aydın tarafından yazılan Sibirya’da Türk İzleri: Yenisey Yazıtları ve İgor Kormuşin tarafından yazılıp Rysbek Alimov tarafından Türkiye Türkçesine çevrilen Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları adlı eserlerdir. Aydın, eserinde verdiği bilgiye göre yazıtların bulunması 1675 yılında Nicolaie Milescu, Rus çarı Aleksi Mihayloviç’in elçisi olarak Çin imp...

"Burçak Tarlası"

Merhabalar dostlar APT’nin değerli okurları, ilk paylaşımımızı siz değerli okurlarımıza sunmanın tatlı heyecanı içerisindeyiz. Kendi sözümüzü fazla uzatmadan sizleri nostalji kuşağının herkese hoş gelen o ezgili türkülerinden birinin hikayesine götürmek istiyoruz, türkümüzün adı "Burçak Tarlası"... Türk Kültürü’nün aynasıdır türküler. Toplumun sosyoekonomik yaşamından izler taşır. Türkülerde toplumun yaşamını, yaşanmışlığını, kültürünü birebir bulabilirsiniz. Aşk, ölüm, gurbet, sıla, ayrılık, kavuşma, acı, sevinç, velhasıl insanın içindeki her şey türkülerdedir. Anadolu insanının geçim kaynağı tarım, tüm yaşamına etki ettiği gibi türkülerine de yansımıştır. Tarımın yaşam kaynağı olduğu bu topraklarda, türkülerde tarımın yer almaması zaten düşünülemez. Türkülerin bir hikayesi, üzerine sinen bir yaşanmışlığı vardır. Ünlü halk ozanı merhum Özay Gönlüm “Türkü dediğin yüzyıllardır halk dilinde dizile dizile, saz telinde süzüle süzüle gelir. Bir olay olur halk onu içinde oldurur...

İnsan Değil, Adı Yaratık

  Gün kızıllaşmıştı, adımlarını hızlandırdı otobüs beklemek yerine dolmuşla gidecekti eve. Aşağı duraklardan binmek yerine üst duraklardan dolmuşa biner, henüz boş iken yerinin güvenliğini sağlardı. Toplu taşımalar bazen gerçekten sinirlerini zorlardı ama ona göre her şeyin bir yolu vardı, kolaylıklar insanı olmaya bayılırdı. Dolmuşla ev arası 10 dakika, hele inince sokağın başında, köşeden gözükürdü kırmızı boyalı evleri. Uzun ince bir sokak, penceresinden bakınca gözüken çam ağaçlarını izlemeyi severdi, çocukluğundan beri. Sanki sokağın huzuru tek yeşilliği olan o çam ağaçlarından gelirdi. Zaten ağaçları da çok severdi. Çocukken tepesine çıkması kolay bir ağaç buluversin yeter ki...   Bu çam ağaçları oldum olası büyüktü, onların altından çam fıstığı toplamayı severdi en çok. Babası göstermişti büyük çam ağaçlarının kozalağında çam fıstığı olduğunu, birlikte kırıp yemişlerdi. Yıllar sonra bile kocaman kız haliyle sokağı kollar alelacele toplar geçerdi çam fıstıkların...