Güneşe
doğru kaldırdığı yüzünde gözlerini kısmaktan olmuş kırışıklıkları gördüm önce,
boyu benden kısa olsa gerek. Perdenin arkasından kendisini seyrettiğimden
habersiz yüzü saniyeler içinde bir on altı yaşında çocuk bir kırkını geçmiş
aile babası oluveriyor, iskele kuran ellerine indirirken gözlerini. İki
metreden çok olsa gerek bir demir parçası uzatıyor ustasına… Aman Allah nasıl
kaldırıyor o çocuk onu öyle! Perdenin ardında yere oturuvermişim, hırıltılı
“Hadi oğlum Kürşad, iskeleden iskeletimiz mi çıksın kaldır biraz daha, amma
bekledin, uzat ha gayret!” diye bağıran sesin sahibini görmek için. Ustayı
görüp gülmemeyi başarana da aşk olsun, şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum sandım.
Bu cüsseli adam nasıl olmuştu da oraya çıkmayı başarmıştı, aşağıdan
bakıldığından mı karikatür gibi görünüyordu? Kısa sayılabilecek bacaklar, kazan
gibi koca bir göbek, kemerinin içine sokuşturduğu çizgisinin boyadan mı alçıdan
mı olduğunu bilemediğim önceden siyah olsa gerek füme kısa kollu bir atlet,
rengi solmuş bir kot. Soğuk karası der bizim dayıoğlu, zengin güneşten, fakir
soğuktan yanar aslanım, sözünün kelli felli karşılığıydı usta. Sahi bu adamı
oraya kaç kişi çıkarmıştı yahu!
Bir kahkaha çınladı kulaklarımda, göz
göze geldik bu küçük adamla. Eh be oğlum! Sorgu odası mı orası, sen onları
görüyorsan onlar da seni görecek tabii.
-Ne o abi canavar gördün
sanki(!)
Gözleriyle yukarıyı
işaret ederek güldü de güldü. Cüssesi sese dönmüş aynı ses:
-Ulan maymun mu
oynatıyoruz deyyus! Ne gülüp duruyorsun keh keh!
Daha maymunu duyar duymaz bir kahkaha patlattı
Kürşad. Şimdi on altı yaşındaydı işte, gözlerinin içi gülüyor, alçı, boya, kir
karışmış yüzü her şeyi unutmuş, ay gibi parlıyordu. Dedim ya gülmeyene de aşk
olsun, bir kahkaha da ben patlattım.
-Ulan it bir aşağıya
inersem!
Korktu gibi oldu Kürşad
yüzü karıştı. Canavar, maymun mu
oynatıyoruz burada, o koca cüsse aşağı inecek ha! Bu sefer de ben bastım
kahkahayı… Meğer uzun uzun demirlerin kenarlarında içe doğru çıkıntılı demirler
varmış, onlara basarak bir sol demir bir sağ demir, hop aşağıya… Ağzım açık
kala kaldım öylece birkaç saniye.
-Ulan eşşoğlu.
Bir anda balkonda
buluverdim kendimi, “Usta, hanım çay demledi, çardağa indiriyorum bardakları,
bir soluklanın.” deyiverdim tek nefeste. Ortada ne çay var ne bardak, ne de bizim
hanım. Hay Allah! Kırk kere de deseler evdekilere demlemediğim çayı, el mahkûm
demleyip indirdim bardaklarla beraber çardağın altındaki masaya.
İyi adama benziyordu usta,
iki kız babasıymış, Kürşad da komşusunun oğluymuş. “Okumadı hayta.” diyor, kendisini
savunur gibi. Kürşad, şimşekler çakan
ela gözlerini, ustasına dikti, ağzının içinde:
-Kendisi pırrroofesör
oluyor, dedi.
Bardağı tutan elleri kırk, yüzü on
altı… Ellerin yanmaz mı çocuk, nasıl da
oturttun öyle o bardağı avucuna...
Hem kırk yaşındaki
ellerini hem çocuk gözlerini öperim Kürşad…
Bütün çocuk işçilere
ithafen…
(Nu:7 08.04.2020)
Yorumlar